Merdiven Art Space
Skip to main content
  • Menu
  • Home
  • Exhibitions
  • Blog
  • Publications
  • Artists
  • Press
  • Video
  • Events
  • Team
  • Contact
  • EN
  • TR
Instagram, opens in a new tab.
Instagram, opens in a new tab.
Menu
  • EN
  • TR

Taş Kafa - Zaman Yolcusu: Raziye Kubat, Curator: M. Wenda Koyuncu

Past exhibition
5 December 2024 - 10 January 2025
  • Overview
  • Installation Views
  • Press release
Taş Kafa - Zaman Yolcusu, Raziye Kubat, Curator: M. Wenda Koyuncu

Raziye Kubat Taşkafa sergisinde bu düşünce kıvrımlarının ürettiği bazı semptomları, dokunduğu ve çağırdığı imgeler ile tartışmaya açıyor. Düşüncenin ve anlatının her yanına sızmış bu suskun varolanlarla yeniden bir diyalogun imkanına sahip Kubat, öteki dünyaların içinden başka bir aklın, başka bir ruhun varlığına odaklanıyor. Taşı dinlemeden, toprağa yaslanmadan gidilecek bir yolun arızalı hallerini gösteriyor.

Taşkafa: Yamuk Bir Gözün Düşündürdükleri

 
Rivayete göre bir kuşun öldürülüşüne tanık olup da Kabil, bir taşla ezip  başını Habil’in, öldürmeyi ve  ilk suç aletini miras bırakmıştı insana da sonra aynı Kabil; toprağın örten,  gizleyen inayetini de yine bir kuştan, kargadan, öğrendik de bize bu iki  varlık arasında gezinen uygarlığı emanet etmişti: Taş ve toprak… 
Sanat biraz taş ve toprak hikayesidir.  Felsefe de, mitoloji de ve buna girişte ufak bir alıntı ile değindiğimiz teolojik anlatıları da…  Geriye dönüp baktığımızda taştan ve topraktan geçmeyen bir düşünce kıvrımı yok gibidir. Platon, taş gibi katı ve değişmez unsurları idealara benzetir. Taşı,  fiziksel dünyada değişime direnci ve kalıcılığı temsil edici ideaların gölgesi olarak görür. Aristo’ya göreyse taş ve toprak dört temel elementten olup fizik ve metafizikte temel bir maddenin doğasıdır.  Heidegger ise Sanat Eserinin Kökeni adlı eserinde, "yeryüzü" (Erde) kavramını taş ve toprakla ilişkilendirir. Yeryüzü, insanın üzerinde durduğu, çalıştığı ve varoluşunu şekillendirdiği bir zemin olarak düşünülür. Taş, yeryüzünün bir temsilcisi olarak sanat eserlerinde hem malzeme hem de insanın dünya ile kurduğu ilişkinin bir ifadesidir.
Raziye Kubat Taşkafa sergisinde bu düşünce kıvrımlarının ürettiği bazı semptomları, dokunduğu ve çağırdığı imgeler ile tartışmaya açıyor. Düşüncenin ve anlatının her yanına sızmış bu suskun varolanlarla yeniden bir diyalogun imkanına sahip Kubat, öteki dünyaların içinden başka bir aklın, başka bir ruhun varlığına odaklanıyor. Taşı dinlemeden, toprağa yaslanmadan gidilecek bir yolun arızalı hallerini gösteriyor. Toprakla ve taşla bir araya gelen bu çoğul elementlere bakıldığında akla Slavoj Zizek’in  önemli bir kavramı akla geliyor: Yamuk Bakmak.  Zizek, Lacan’ın  ‘’gerçek’’ kavramından ilhamla özne ile dünya arasında asla kapanamayacak bir boşluk, birbiriyle örtüşmeyen bir yamukluk hali olduğunu ifade ediyordu. Bu yamukluk öznenin(insanın) dünya üzerindeki kavrayışını her zaman eksik bırakacağı anlamına gelecekti. Kubat bu boşluk ve eksikliğeyerleşerek taşta, toprakta, bitkide ve hayvanda tariflenen eksikliği insan özneye doğru çevirir. İnsanın bütün söylemlerdeki egemen, hakim üst kimliğinde bir gedik olduğunu, bu diğer varolanların kendisine kapalı olmasından, insanın bu kavrayıştan uzak oluşunu düşündürtüyor.   Yamuk bakmak, bir düşünceyi kritik etmekten çok, bir düşüncenin çerçevesini kritik eder. Kubat, taşın sessiz ve cansız dünyasını aşağı gören bakışı kritik etmek yerine sesli ve canlı dünyanın sınırlarına dikkat çeker. 
 
Önümüzde uzanan taşlar birer kurban kafası mı? Çaresiz, dilsiz bir evrenin semptomu mu  yoksa başka türlü bir bilgeliğin gösterenleri mi? Raziye Kubat, hayvan ve bitki de dahil, bu muammalı ve puslu bir dünyanın ayırdındadır. İnsanın dışarısı, aksine, onun için bir eksik değil bir fazlasıdır. Taşlar konuşur, toprak bilge davranır, ağaç soru sorar hayvan öğretir…  Eksik olan daima daha fazladır. Bu bir kudret, bir ruh teorisi anlamına gelmektedir Kubat plastiğinde. Bir şamanik müdahale aynı zamanda.  
 
Bahse konu edilen toprağın, taşın ve hayvanın diline aracılık etme veya ona teslim olma gibi bir amacı yoktur. Yarenlik ettiği veya ruhunu yasladığı taşlar bizzat kendisiyle konuşan taşlardır. Tesadüfler, benzerlikler sonucu bulunmuş değillerdir, aksine, Taşlar’la  Kubat birbirlerini aramış, çağırmış ve buluşmuşlardır. Bunlar herhangi taşlar olmayıp kendini sanatçıya özellikle gösteren, diyaloga çağıran tekilliklerdir.  Taşın insana kapalı dünyası ya da  Heidegger’e göre ‘’dünyadan yoksun varlıklar’’  kendini Kubat’ın dünyasına açmaya başlıyor. Kendisinin doğayla, taşla, toprakla, bitkiyle ve hayvanla kurduğu ilişki daha kişisel deneyimler ve birikimler sonucudur nihayetinde. 
 
Hasılı bunlar sıradan doğa temsilleri değildir, Kubat’ın öyle bir derdi de yoktur. Plastik ekolojik bir reflexin konforundan çıkıp tamamen kişiselleşmiş bir eco narration anlatısı olarak ele alınabilir belki. İmgelerde fiziki bir doğadan çok kimyasallaşmış bir doğa algısından bahsetmek  akla daha yatkındır. Sanatçının ruhsal varlığı ile doğanın ruhsal varlığı birbirine karışmıştır. Duruma bir rastgelelik ilişkisi veya doğanın bilinmez yüzünü aniden gösterip kaybolduğu bir ani parıldama hali de denemez. Büyük şehirden sıkılmış da kırsal hayata methiyeler dizen bir küçük burjuva romantizmine dayalı imgelem de denemez. Sözleşme daha eskiye dayanmaktadır.  Sanatçının çocukluğuna… orada başlamış bir ilişki söz konusudur. Resimler yer yer bir çocuğun çizgilerini ve imgelerini zaten direkt elimize bırakır: Basit, düz bir tepe, birkaç sıralı ağaç, belirgin bir ay veya okuma yazması henüz okul öncesi naif bir varlığı hatırlatan tarzda   sözcüklerin ters düz eşlik ettiği basit resimler: Tarık nerde şimdi? Toprağa çöplerle çiziktirilmiş belli belirsiz… 
Perspektif, derinlik, üçüncü boyut bilgisi unutulmuş görünümler: Çocuk işte…
 
Kubat’ın kritik noktası burada kendini göstermeye başlıyor: Çocukluğun nasıl işlediği meselesi.  Çocukluk burada bir geriye dönüş, bir hatırlamanın travmatik  biçimi değil de bir ileriye sıçrama, toplumsal sözleşmede toplumun üstünü çizme  girişimi olarak işlemektedir. Tam burada ancak bir çocuk aklından beklenecek bir bakışın yani yamuk bakışın devreye girmesi. Yeni baştan bir sözleşmeye oturmak. Yetişkinliğin, ergin aklın imgesel rejimini terk etme, başka renkler, başka atmosferler yaratma hali. Toplumsal inşadan çıkıp bir eko şamanik anlaşmaya geçme..  Aşkınlık ilişkisine; egemen, efendi  pozisyonuna veda etme. Battaile’nin deyimiyle dolaysızlığa ve içkinliğe geçme arzusu. Farkını koruyarak nesne özne ilişkisine son verme çabası. Verili olanı geçersizleştirme: Yeniden oturalım, tekrar konuşalım, beş yaşımda terk ettiğin yere geri döndüm!
 
Son tahlilde ne Kubat artık insandır ne de taş artık taştır(Burada taştan kasıt insan dışı bütün varlıklardır). İnsan doğa arasındaki sınırı kaldırma cüreti. Bu sınır kalktığında yani insan denilen fenomene şüpheyle bakıldığında doğa da şüpheli bir görünüme bürünmeye başlar imgelerde.   İnsan gözü ve algısı kesintisiz inşa halinde olduğundan ‘’öteki’’ de yani doğa da bu inşaya göre imgesini, rengini ve varolma biçimini doğalında değiştirecektir. Dolayısıyla sanatçı burada eleştirel bir dile de sarılmamakta, yerine çocuğun bakışını öne sürmektedir. Hangi yaşımızda en yakınız hayvana ya da her çocuk bir şaman olarak doğar da denemez mi? Toprağa çiziktirmek , taşlarla oynamak…  Yani Kubat’ın renkleri hiçbir şekilde klasik doğa temsillerine bu sebeple soyunmaz. Başka bir doğa arayışı: ne ağaç ağaç ne hayvan hayvan ne taş taş: hepsi toprak…   olmaya…
 
Söylediğimiz gibi insan anlatısını başlatan bu iki varlık, kriminal sahanın ilksel maddeleridir aynı zamanda ve insan anlatısında bu sebeple de çok yer kaplamıştır. Bazı anlatılarda Adem’in haiz olduğu ilk bilginin taşın bilgisi olduğu hatırlanırsa eğer taş’ın aynı zamanda ilk zihinsel malzemelerden olduğu da düşünülebilir. Taşkafa sergisi bu manada farklı bakışlara kapalı bir özne tarifi yerine taşın bilgisine başvurma, insana kapalı olan alemlerin bilgisi üzerine düşünme egzersizi olarak kabul edilebilir.   
 
Bağlarken, Kubat’ın  taş ve toprak yolcuğunda C.Gustav Jung’un arketipsel bağlam yaklaşımını  hatırlattığının da altını çizmek gerek.  Jung’a göre taş ve toprak kolektif bilinçdışıdaki temel arketipler olarak işler.  Taş daha çok dayanıklılığı, ruhsal dengeyi, kalıcılığı ve bireyin kendini keşfetme süreçlerini temsil ederken toprak anaerkil bir sembol olarak (Gaia) yaşamın kaynağı, doğurganlık ve bireyin köken bağlantısını ve aidiyet hissine götürür. Bu sebeple tuvaller toprakla sıvanır çünkü çoğul bir varolma biçimi ancak toprağın altı ve üstü ile mümkündür.
 
M.Wenda Koyuncu

Related artist

  • RAZİYE KUBAT

    RAZİYE KUBAT

Back to exhibitions
Manage cookies
Copyright © 2025 Merdiven Art Space
Site by Artlogic
Instagram, opens in a new tab.
Twitter-x, opens in a new tab.
Youtube, opens in a new tab.
LinkedIn, opens in a new tab.
Send an email
Join the mailing list

This website uses cookies
This site uses cookies to help make it more useful to you. Please contact us to find out more about our Cookie Policy.

Manage cookies
Accept

Cookie preferences

Sitemizin kullanmasına izin verdiğiniz çerez kategorilerini işaretleyin.

Cookie options
Required for the website to function and cannot be disabled.
Improve your experience on the website by storing choices you make about how it should function.
Allow us to collect anonymous usage data in order to improve the experience on our website.
Allow us to identify our visitors so that we can offer personalised, targeted marketing.
Save preferences